“Çocuk Hasta’’ dediğimizde çocuk ön plandadır. Çocuğa bakılır, çocuk korunur ve kollanır. Hastalığının geçmesi için çocuğa özen gösterilir. Her zamankinden daha fazla ilgi ve daha fazla temas alabilir. “Hasta Çocuk” dediğimiz zaman ise, hastalığı ön plana çıkarırız. Bazen hastalığa o kadar odaklanırız ve hastalıkla o kadar uğraşmak zorunda kalırız ki çocuğu unuturuz. Tabii ki çocuğun kendisini değil, çocuğun çocuk olduğunu unuturuz.
Çocuk, çocukluğunu unutmasın.
Eğer çocuğun hastalığı biraz özen, biraz tıbbi müdahale, biraz dinlenme ile geçebilecekse ve çocuk günlük rutinine kısa sürede dönebilecekse işler daha kolaylaşır. “Hasta çocuk” tanımının getirdiği duygusal çatışmayı ve olumsuz yüklemeleri tolere edebilir. Oysa kronik hastalık nedeniyle hastanelerde uzun süre kalmak ve yaşamak zorunda kalan çocuklar için bu ifade hayati önem taşır. Çocukluğun unutulduğu ve hastalığa odaklanılan bir hayata dönüşür. Daha sonra iyileşse, hastalığı yense ve günlük hayatına nihayet dönebilse de kaçırdığı çocukluğu için söylenecek artık bir şey kalmaz.
Çocuğun iyi hissetmesi için sürekliliğin sağlanması gerekir.
Çocuğun hastalığının teşhis edilmesinden itibaren ailenin ve çocuğun hayatı değişir, var olan tüm dengeler bozulur. Uzun süre hastanede yaşaması gereken çocuğun, iyileşmeye uğraşırken iyi hissetmeye ihtiyacı vardır. Hastaneyi adeta evi haline getiren koşullara uyum sağlayabilmesi için hayatındaki bazı rutinlerinin devam edebilmesi gerekir. Bu rutinler çocuğun kendini iyi hissetmesi için önemli bir kaynaktır.
Bu sürecin başından itibaren çocuğun;
* Önce kendisine neler olduğunu anlaması,
* Merakının giderilmesi,
* Korkularının sakinleştirilmesi,
* Bedeninin çeşitli yerlerine bir şeylerin neden sokulduğunu bilmesi,
* Tedavi boyunca cesaretlendirilmesi,
* Umudunun hep taze kalması gerekmektedir ki her şeye rağmen kendini güvende hissedebilsin. Ebeveynler çocuğun “iyi” hissedebilmesinin en önemli ilacıdır. Ardından çocuğa dokunan herkes gelir; doktorlar, hemşireler, diğer hastane çalışanları, öğretmenler.