Biliyoruz ki kaygının belli bir seviyede olması aslında bizi temkinli ve uyanık hale getiriyor. Böylece daha sağlıklı, daha gerçekçi kararlar verebiliyoruz. Ancak kaygının giderek yükselmesi ve sonunda paniğe kadar ulaşması bizi körleştiriyor. İşte o zaman işin rengi değişiyor, ne kendimize ne çocuklarımıza bir faydamız dokunuyor. Bu yüzden önce kendi kaygımızın ne durumda olduğuna göz atmakta her zaman fayda var.
Hadi bakalım beraberce! Her şey ortada sıkıntılı bir durum olmasıyla başlıyor. Belirsizlik bizi endişeli hale getiriyor. Yani yarın ne olacağını bilmiyoruz, bir sonraki aşamada neyle karşılaşacağımızı bilmiyoruz. Bir sürü soru işareti ile yaşıyoruz. Biz bilgi almayı abarttıkça (her gün defalarca haber kanallarından bu konuyla ilgili bilgileri almaya devam ederken, sosyal medyanın o kirliliği içerisinde kendimizi kaybederken, doğru yanlış bir sürü bilginin içinde harmanlanırken) o bilgiyi ne yazık ki kullanılamaz hale getiriyoruz. Kaygımız o temkinlilikten paniğe doğru gidiyor ve paralize oluyoruz. İşte buralarda ne yazık ki çocuklarımızı da olumsuz etkiliyoruz. Bilgiyi dozunda alalım, sağlam alalım ve biz onu kendimizi koruyup kollayacak şekilde kullanalım. Ve bu bilgiyi alırken de çocuklarımızı mümkün olduğu kadar yanımızdan uzak tutmaya çalışalım. Çünkü bilgi edinme sırasında onlar bizim yanımızda olduklarında, o bilgilerle ilgili konuşurken, çok farkında olmasak da aslında duygularımızı, düşüncelerimizi de beraberinde yansıtıyoruz. Sakın “Yok canım bir şey söylemiyorum ki” demeyin. Siz sussanız bile bedeniniz konuşuyor. Çocuklar da beden dilini bizden iyi okuyor